Eski Ramazanlar, Geçmişteki Ramazanlar Nasıldı
Günlük
hayatın karmaşasında unutulan değerler Ramazan ayıyla birlikte hatırlanırken,
eski Ramazanları özlemle hatırlayan çok.
İslam inanışına göre her yıl Ramazan ayı, ramazan hilalinin doğuşu başlar. Bu
sebeple eski Ramazanlarda kutsal ayın yaklaşmasıyla hareketli günler başlardı.
Herkes Ramazan'ın geldiğinin müjdesini verecek incecik hilalin gökyüzünde
görüneceği anı yakalamak peşindeydi. Akşam saatleriyle birlikte "yeni hilali ilk
gören kişi" olmak sevdası, "Yevmüşşek" yani şüpheli günler diye adlandırılan
Şaban ayının son günlerinde yoğunlaşırdı. Şer'iye mahkemelerinde kadılar,
müftüler sabahlara kadar nöbet tutup Ramazan müjdecisini beklerlerdi. Sonunda
Yeni Ay'ı ilk gören soluğu kadının huzurunda alır ve "Ay'ı ilk gördüğüne dair"
yemin ederek, Ramazan'ın ilan edilmesini sağlardı. Toplar atılır, mübarek ayın
geldiği dört bir yana duyurulurdu.
Ramazan'ın
gelişiyle evlere şenlik doğar, bereket yağardı. Ailenin tüm üyelerinin
toplandığı iftar sofraları birbirinden leziz özel Ramazan tatlarıyla
donatılırdı. İftar vaktinden evvel kadınlar gelmeye başlardı. Bazılarının
çocukları da yanlarında olurdu ve izzet ikram faslından sonra kahveler,
şerbetler içilir; sıra eğlenmeye gelirdi. Ama önce masallar anlatılır, yaşlı
başlı olanlar bilmece faslında ortaya çıkarlardı. Bilmeceyi bilmek ve diğer
hünerlerini -adabına göre oturup kalkmak ve büyüklere hürmette kusur etmemek
dahil- gösteren dest-i izdivaç çağındaki kızlara çaktırmadan not verilirdi.
Ramazan boyunca devletin önde gelenleri ve varlıklı kişilerin konaklarında büyük
iftar sofraları kurulurdu. İftarların en görkemlerinin yaşandığı sarayda sofraya
büyük siniler salonlara dizilir, saraylılar sofranın çevresine sıralanıp iftar
açarlardı.
Sofranın muazzam görüntüsü nefis yemek kokularıyla birleşince, insanda bir
imrenme duygusu yaratırdı. Top atılır atılmaz da yemeklere hücum edilirdi.
İftariyeliklerle başlayan iftar yemeği hep birlikte kılınan akşam namazıyla ara
verilirdi Namazdan sonra iftar sofralarında değişmez ilk yemek; et veya tavuk
suyuyla hazırlanan düğün, mercimek, yoğurt, pirinç çorbalarıydı. Ramazan'ın
vazgeçilmez yemeği pastırmalı yumurta ise sahanlar içinde yanında mutlaka
Ramazan pidesiyle sunulurdu. Daha sonraki yemekler etinden sebzesine, pilavından
böreğine ev sahibinin gücüne göre yapılan lezzetlerdi. Kuru meyvelerden yapılan
hoşaflar, 60-70 kat yufkadan oluşan baklava, kazandibi, kabak tatlısı, keşkül ve
Ramazan'a has bir tatlı olarak bilinen gül kokulu güllaç ise iftar sofralarının
vazgeçilmez tatlılarıydı.
Şerbet ve şuruplar, boza ve sahlep de önemli Ramazan içecekleriydi. Demirhindi,
ağaç kavunu, menekşe, kızılcık gibi şimdilerde adını bile duymadığımız içecekler
karla soğutularak sunuluyordu.Nargile, çubuk veya kahve ile iftar keyfi
tamamlanırdı. Büyük konaklarda tüm misafirlere aynı anda verilmesi şarttı.Kahve
ibriğinin soğumaması için gümüş zincirli ateşlikler yakılır ve misafir sayısı
kadar hizmetkar, kahveci başının etrafına dizilir. Kahveler kafesli gümüş
zarfların ucundan tutulmak suretiyle misafirlere ikram edilirdi. İftardan sonra
haremağaları vasıtasıyla Sultan ve Kadın Efendilere saygılar iletilir, iltifatla
beraber, derecelere göre "diş kirası" adı altında armağanlar ya da para
alınırdı.Akraba ve dostlar arasında ise Ramazan'ın ilk haftasında habersiz
iftara gitmek, bir saygı belirtisi sayılırdı.
Tiyatro
sanatçısı Tevfik Gelenbe, eski Ramazanları özlemle anarken, ''Eskiden Ramazan
başlı başına bir olaydı. Bir heyecan başlardı Ramazan arifesinde. Kilerler
dolardı. O zaman her gün markete gidilmezdi. Hepsi alınır, kilerde dururdu. Ev
temizlenir, lambalar, gümüşler parlatılırdı'' dedi.
Ramazan ayında ilk iftarın çok görkemli olduğunu da anlatan Gelenbe, şunları
söyledi:
''Herkes sofrasında bir misafirin olmasını arzu ederdi. Şimdi herkesin
misafirden kaçtığını düşünürsek, çok farklı bir aile yapısı vardı. Farklı bir
anlayış, hayata değişik bir pencereden bakma... İftardan sonra erkekler teravihe
gider. Direklerarası'nda çeşitli temaşa sanatları, ortaoyunu karagöz, meddah
izlenirdi. Kadınlar evlerde çeşitli oyunlar oynar, fasıllar geçerdi. Musiki
alemleri yapılırdı.
Eskiden benim hatırlayabildiğim kadarıyla her evde en az bir kadın ud çalardı.
Ud, bir evin hiç değişmeyen aksesuvarlarından biriydi. Duvarda asılı dururdu.
Biz de evde fasıllar geçerdik. Çocuklar mutlaka sevindirilirdi. Böylece bayrama
ulaşılırdı.''
O zamanlarda olup bugün olmayan şeyin ''sevgi'' olduğunu dile getiren Gelenbe,
bir mahallede oturan fakirlere de, zenginler tarafından onuru kırılmadan yardım
edildiğini sözlerine ekledi.
Gazeteci-yazar Aydın Boysan ise eski döneme göre kendilerini ''Müslüman'' olarak
tanımlayanların fazlalaştığına dikkat çekerek, ''Buna rağmen eski adetler
kalktı. Eski Ramazanlar yaşanamıyor, mümkün değil. Yaşama biçimleri değişti''
şeklinde konuştu.
Eskiden, Ramazan akşamları herkesin iftar topunun atılmasını heyecanla
beklediğini ve top atılır atılmaz evlerine koşturduğunu anlatan Boysan, eskiden
Ramazanlar'da yaşama düzeninde kesin değişiklikler yapıldığına değinerek, mesai
saatlerinin iftara göre uyarlanmasını ve esnafların öğlene kadar dükkan
açmamasını örnek verdi.
Ramazanın
faydalı olan tarafının ''toplumdaki fertleri birbirine yaklaştırması'' olduğunu
kaydeden Boysan, bugün eski adetlerin uygulanmamasını ''toplumdaki gevşemeye''
bağladığını belirterek, şöyle devam etti:
''Örneğin Ramazan'da hali vakti yerinde olanların sofraları herkese açık olurdu.
İftar saatinde gelip 'selamunaleyküm' diyen sofraya otururdu. Kimse de ona 'sen
kimsin' diye sormazdı. Hatta meyhanelerin bile Ramazan'la ilgili huyları vardı.
Ramazan bittikten sonra eski müşterilerine 'unutma beni' davetiyesi yollarlardı.
Bu davetiyeler kağıt üzerine yazılmış değildi. Örneğin uskumru dolması
gönderirlerdi müşterilerine. Buna benzer huyların hepsi kalktı.''
Aydın Boysan, Ramazanla ilgili anılarını ise şöyle anlattı:
''İlk defa oruç tuttuğum yıllardı. Yaş 15'ti yanlış hatırlamıyorsam... Rahmetli
annemle pazara gittik, döndük. Top atılmasına daha yarım saat var. Ben
yanlışlıkla bir avuç kavrulmuş fındığı ağzıma atmamış mıyım? Annem çenemin
oynadığını görünce 'ne yaptın?' diye bağırdı. Sonra ağzımı yıkattı. 'Niyetin
kötü değildi, onun için oruç geçerli' dediler.
Başka bir anım da, annemin dayısı Hacı Hüsrev dayıyla ilgili... Bursa'da Simkeş
Sokağı mescidinin fahri imamı idi. Hüsrev dayının Bursa'daki lakabı 'şimendifer
hoca'ydı. Çünkü teravih namazını fevkalade hızlı kıldırırdı. Onun namaz
kıldırdığı mescitte, cemaat sokaklara taşar, herkes orada kılardı. Çünkü hoca
çabuk kıldırıyor. Onlar da kahvede yer buluyorlar.''
Tiyatro
sanatçısı Gazanfer Özcan da, insanın hep geçmişe özlem duyduğunu, acı anılar
unutulduğu için geçmişte yaşananların güzel geldiğini dile getirdi.
''O yüzden geçmişteki Ramazanlar'ın çok daha güzel geçtiğini zannediyoruz, ama
eski Ramazanlar gerçekten çok renkli gecelerdi'' diyen Özcan, şimdi bütün
bunların kaybolmasına hayıflandıklarını belirterek, şunları söyledi:
''Ramazanlar'da tiyatroların bile özel uygulamaları olurdu. Ramazanlar'da özel
matineler konurdu. Oruç tutanlar, yatsı ile iftar arasında gününü tiyatrolara
koşarak geçirirdi. Şimdi tiyatrolara rağbet azaldı. Ramazanın çok değişik
tarafları vardı. Ailelerin çok güzel donatılmış sofralarda iftar yemeği
yemeleri, dostların biraraya gelmesi gibi... Zaten özel bir ay bu. Dileğimiz o
gelenekler inşallah sürer. Ama bizden önceki kuşağın bu işte hatası var galiba.
Yeni kuşaklara o güzellikler iyi aktarılmadı. Görevimizi yerine getirmemiz
lazım. En azından çocuklara o güzel anılar anlatılmalı.''