Tarihimizdeki Büyük Zaferler
Tarihimizdeki Büyük Zaferler
Türk milletinin şanlı bir geçmişi vardır. Milletimiz tarih boyunca pekçok kahramanlıklar göstermiş, büyük zaferler kazanmıştır. Bu zaferler sadece Türk milletinin tarihini değil aynı zamanda dünya tarihini de etkilemiş, önemli gelişmelere yol açmıştır.
İşte bu zaferlerden bazıları:
Malazgirt Zaferi
Savaş, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile Bizans imparatorluğu arasında meydana gelmiştir. Selçuklu Türklerinin hakanı Sultan Alparslan, Bizanslıların imparatoru ise Romen Diojen idi.
Bizans imparatoru, Türkleri Anadolu'dan çıkarmak ve Türk illerini ele geçirmek amacıyla ikiyüz bin kişilik büyük bir ordu ile Doğu Anadolu'ya doğru ilerledi. Bunu haber alan Büyük Selçuklu Hükümdârı Sultan Alparslan, Türk ülkelerini Bizanslıların saldırısına karşı korumak için ordusu ile Doğu Anadolu'ya hareket etti. İki ordu Malazgirt'te karşı karşıya geldi.
Alparslan, kan dökülmesini önlemek için savaş başlamadan önce Bizans imparatoruna elçiler göndererek barış teklif etti. Ancak ordusunun büyüklüğüne güvenen ve savaşı kazanacağına kesin olarak inanan imparator barış teklifini kabul etmedi. Artık savaş kaçınılmaz olmuştu.
Bizans ordusu ikiyüz bin kişi, Türk ordusu ise ellidört bin kişi idi. Türkler, her türlü tedbiri aldı ve savaş için bütün hazırlıkları tamamladı. Tarih, 26 Ağustos 1071 Cuma günü idi. Alparslan ve ordusu hep birlikte Cuma namazını kıldılar.
Cuma namazından sonra Sultan Alparslan, ordusuna şöyle hitap etti:
-«Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olursa olsunlar, daha fazla bekleyemeyiz. Bütün müslümanların minberlerde bizim için dua ettiği şu saatlerde kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım, ya şehit olur cennete girerim.»
Büyük bir inançla söylenen bu heyecanlı sözlere askerler hep bir ağızdan;
«Ey Yüce Sultan! Her zaman senin emrinde ve seninle olacağız, nereye gidersen oraya gideceğiz.» diye haykırdılar.
Sultanın üzerinde beyaz bir elbise vardı. Düşmana hücüm etmeden önce son söz olarak askerlerine şunları söyledi:
-«İşte şehitlik kefenim, savaş meydanında ölürsem beni bu elbise ile gömersiniz.» Bundan sonra Türk Ordusu hücüma geçti. Cuma günü öğleden sonra başlayan savaş akşam üzeri sona erdi. Tarihin en büyük meydan savaşlarından biri olan Malazgirt savaşı Türk ordusunun kesin galibiyeti ile sonuçlandı.
Büyük komutan Alparslanın üstün savaş taktiği, ve Türk Askerinin cesaret ve kahramanlığı sayesinde elli dört bin kişilik Türk ordusu, kendisinden kat kat fazla olan Bizan ordusunu birkaç saat içinde kesin bir yenilgiye uğratmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu savaşta Bizans imparatoru Romen Diojen de esir alınmıştı. İmparator, savaşın galibi Büyük Türk hakanı Alparslan'ın huzuruna çıkarıldı. Alparslan imparatora çok iyi davrandı.
Sultan Alparslan, imparator Diojene:
-"Zaferi sen kazansaydın bana ne yapardın?" diye sordu. Diojen:
- Bir fırın hazırlatıp sana çok kötü davranacaktım" diye cevap verdi. (143) Esir imparator, bu sözleri ile eline fırsat geçseydi ne kadar acımasız hareket edeceğini söylemekten çekinmemişti.
Buna karşı bu büyük zaferin Muzaffer komutanı Sultan Alparslan, Diojeni affetti ve yanına muhafızlar vererek onu memleketine gönderdi. Alparslan bu davranışı ile insanlığa çok önemli bir ahlâk dersi vermiş, Türk milletinin sahip olduğu üstün özellikleri göstermiştir.
Anadolu kapılarını Türk milletine açan Malazgirt zaferi, dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu zafer, hem Türk ülkelerini düşman tehlikesinden kurtarmış, hem de Anadolu topraklarının ebediyyen Türk ve İslâm ülkesi olmasını sağlamıştır.
Alparslan Marşı
Dokuz asır çığ gibi geçmiş de üzerinden,
Hâlâ bu mutlu günü duyuyoruz derinden,
İlk Fetih günüydü bu yer oynadı yerinden,
Kars'tan bir güneş doğdu, yüce dağları aştı,
Batılı'nın gözleri bu güneşten kamaştı.
Atlanmış, pusatlanmış erleri sanki yeldi.
Nal sesleri bir zafer marşı gibi yükseldi,
Şimşek şimşek hızlandı, zulmü, zulmeti deldi.
Her savşa benzemez, bu bir kutsal savaştı,
Ay parçası yiğitler Hak yolunda savaştı.
Arslanların sultanı, sultanların arslanı,
Kılıcının ucuyla yazmıştı bu destanı
Türk'e armağan etti şu mübarek vatanı.
Adı göğe yüceldi, Tanrısına yaklaştı.
Gözlerde gönüllerde Alparslan bayraklaştı.
Halide Nusret ZORLUTUNA
İstanbul'un Fethi
İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesi dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Çünük bu fetihle Bizans imparatorluğu ortadan kalkmış, ortaçağ kapanarak yeni bir çağ açılmıştır.
1071' tarihinde kazanılan Malazgirt zaferinden sonra Anadolu Türk ve İslâm yurdu olmuş, Osmanlı Devletinin kuruluşundan sonra da Trakya ile Balkanlar Türk hakimiyetine geçmişti. Türkler hakim oldukları ülkeleri emperyalistler gibi sömürge yapmamışlar, idare ettikleri yerlere ilim ve medeniyet götürmüşler, ülkeleri adaletle yönetmişler, başka dinlere mensup halkın dini inançlarına saygılı olmuşlar, kimseye zulüm ve haksızlık yapmamışlardır.
Bu yüzdendir ki Türklerin yönetimindeki ülkelerde değişik dinlere mensup insanlar, yüzyıllarca huzur ve güven içinde yaşamışlardır.
Anadolu, Trakya ve Balkanlar Türk idaresinde olduğu halde İstanbul surları arasında sıkışıp kalan Bizans imparatorluğu, Osmanlı devletinin güvenliği bakımından tehlike oluşturduğu gibi ülkenin toprak bütünlüğüne de zarar veriyordu. Bizanslıların Osmanlılar aleyhindeki faaliyetleri İstabul'un fethedilmesini zorunlu hale getirmişti.
Esasen Peygamber Efendimiz İstanbul'un fethedilerek müslümanların eline geçeceğini bildirmiş ve onu fethedecek olan komutan ve orduyu övmüştü. Bu sebeple İstanbul'u fethetmenin müslümanlar için büyük önemi vardı. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
«İstanbul elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.» (144)
Peygamberimizin gösterdiği bu hedefe ulaşmak ve müjdelediği kişi olabilmek için pek çok islâm kumandanı İstanbul'u kuşatmış, fakat almayı başaramamıştır.
İşte genç yaştaki Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet, hem Peygamberimizin müjdelediği şerefi kazanmak, hem de devletin güvenliği için tehlike olan Bizans imparatorluğuna son vermek amacıyla İstanbul'u fethetmeye karar verdi. O güne kadar görülmeyen toplar döktürdü. Ordusunu çağın en gelişmiş silahları ile donattı.
Bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra 6 Nisan 1453 günü İstanbul'u kuşattı.
Fatih, Bizans impartoruna elçiler göndererek: Şehrin kuşatıldığını, Türk ordusunun çok kuvvetli, hükümdarın azimli olduğunu ve teslim olmaktan başka çarelerinin bulunmadığını bildirdi. İmparator teslim olmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Türk ordusu hucüma geçti. Fatih, o güne kadar hiçbir savaşta görülmeyen ve kimsenin aklına gelmeyen bir plân uyguladı. 72 parça gemi bir gecede karadan yüzdürülerek haliç'e indirildi. Bu durum karşısında Bizanslılar şaşırıp kaldılar.
29 Mayıs 1453 salı günü sabah erkenden kalkan Fatih Sultan Mehmet, ordusu ile beraber sabah namazını kıldı ve ordu hucüma geçti. Ulubatlı Hasan adındaki bir kahraman otuz arkadaşı ile surlara tırmanmaya başladı, 18 arkadaşı şehit düştü, fakat o, kalan diğer arkadaşları ile savaşmaya devam etti. Ulubatlı Hasan bir elinde kılıç, öbür elinde sancak olduğu hade nihayet Sur'un üzerinde tutundu ve sancağı oraya dikti. Ancak düşman tarafından atılan oklarla diktiği sancağın dibinde şehit oldu.
Hasan şehit oldu ama diktiği sancak surun üzerinde dalgalanmaya devam eti. Onun ardından gelen Türk askeri birçok noktadan surları aşarak dalgalar halinde şehre girdiler. Sancağı surlara dikmeyi başaran ve onun dibinde şehit olan Hasan'ın vücuduna 30-40 kadar ok saplanmşıtı. Fatih Sultan Mehmet, Hasan'ın yanına geldi, başucunda dua okudu ve yanındakilere:
-"Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim." dedi.
Fatih öğle saatlerinde, yanında ileri gelen komutanlar ve bilginler olduğu hade muhteşem bir alayla İstanbul'a girdi. Böylece nice ordulara geçit vermeyen surlar, Fatih'in sarsılmaz inacı ve askeri dehası önünde çöktü.
Çünkü Fatih'in ordusu, iman ile tekniği birleştiren bir ordu idi. Böyle güçlü bir ordu karşısında Bizans daha fazla dayanamazdı.
Peygamberimizin müjdelediği İstanbul'un fethi, Fatih Sultan Mehmed'e ve O'nun kahraman ordusuna nasip oldu. Bu şerefi Türk milleti kazandı.
İstanbul'un fethedilmesi ile Bizans imparatorluğu yıkılmış ve ortaçağ kapanmıştı. Artık bundan sonra Yeniçağ başlamış oluyordu.
Fatih, İstanbul'a girince hristiyanların can, mal ve namuslarının güven altında bulunduğunu ve din hürriyetine sahip olduklarını ilân etti.
İstanbul, fethedildikten sonra, kubbeler ve minareler şehri haline geldi. Bir ilim ve kültür merkezi oldu. Yüzyıllarca Osmanlı imparatorluğuna başkentlik yaptı. Bugün de Türkiye'ni en büyük şehri olan İstanbul, muhteşem tarihi eserleri ve coğrafi konumu itibari ile dünyanın incisi durumundadır. Ortaçağı kapatıp Yeniçağın açılmasını sağlayan İstanbul'un fethi, her yıl 29 Mayıs'da törenlerle kutlanmaktadır.
Çanakkale Zaferi
Birinci Dünya savaşı (1914-1918) pek çok cephede devam eden büyük bir savşatır. Bu savaşın en büyük kahramanlık destanını Türk askeri Çanakkale'de yazdı. Şöyle ki: Düşmanlar, Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul'u ele geçirmeye karar verdiler. İstanbul'un ele geçmesi demek Türk milletinin kalbinden vurulması demekti. Bu amaçla İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan ve en modern silahlarla donatılan çok güçlü donanma Çanakkale boğazının girişine geldi ve 15 Şubat 1915 günü Türk mevzilerini bombardıman etti. Ancak boğazı geçemedi.
Onlar güçlü donanmalarına ve askerlerinin çokluğuna güveniyorlar, Türk askerinin kahramanlığını hesaba katmıyorlardı. Nitekim Mehmetçiğin kahramanca direnişi karşısında düşman donanması geri dönmek zorunda kaldı.
25 Şubattta boğazın önüne gelen düşman zırhlıları Türk mevzilerini yine gülle yağmuruna tuttu. Daha sonraki günlerde de şiddetli bombardımanlar devam etti. Onlar boğazı geçip İstanbul'u ele geçirmekte kararlı idiler. Türkler de vatanı savunmak ve düşmanı boğazdan geçirmemekte kararlı idi. Düşman 18 Mart'ta bütün gücü ile saldırıya geçti. Bu sefer kendilerinden emindiler. Onlara göre yaptıkları bombardımanlarla Tük mevzileri yerle bir edilmiş ve boğazdaki mayınların hepsi temizlenmişti.
Gemiler boğazdan içeri girerek ilerlemeye başladı. Büyük çapta toplarla donatılan zırhlılar Türk mevzilerini bombardıman ediyordu. Bu bombardımanlarla mevzilerimiz büyük hasar görmüş, toplarımızın bir kısmı da parçalanmıştı.
Düşman Türk savunmasının kırıldığına kanaat getirmiş, halbuki Türk askeri henüz son sözünü söylememişti. Düşman zırhlıları ilerlemeye devam ederken Türk topcusunun şiddetli ateşi başladı. Onlar da gemilerden bütün topları ile Türk mevzilerini ateşe tuttular. Böylece boğaz görülmemiş bir çatışmaya sahne oldu.
Türk Ordusu düşmanın cehennemi andıran bombardımanına şiddetle karşı koydu, büyük bir inançla vatanını savundu. Düşman daha önce boğazdaki mayınları temizlemişti. Savaştan bir gece önce Nusret mayın gemimiz boğaza tekrar mayın döşemiş, fakat düşman bunu farkedememişti.
İşte topçularımızın isabetli atışları ile düşman gemilerinin bir kısmı hasara uğrayıp savaş dışı kalırken bir kısmı da mayınlara çarparak boğazın sularına gömülmeye başladı. Düşman büyük kayıplar verdi. Çanakkale boğazı mağrur düşmana mezar oldu. Kalan gemileri ile kendilerini boğazın dışına atarak canlarını zor kurtardılar.
Allah'ın yardımı ve Türk askerinin kahramanlığı sayesinde dünyanın en güçlü donanması, en büyük yenilgiyi Türk milletinden aldı. Çanakkale zaferi ile tarihimize yeni bir kahramanlık destanı daha yazıldı. Bu zafer, Türk milletinin gücünü bir kez daha bütün dünyaya göstermiş oldu. En güçlü silahlarla vatanımıza saldırarak savaşı kazanacaklarını sananlar, yanıldıklarını bir kere daha anladılar.
Boğazdan İstanbul'a ulaşamıyacağını anlayan düşmanlar, karadan geçmeye karar vererek Gelibolu yarımadasına asker çıkarmaya başladılar. Fakat karaya ayak bastıkları yerde Türk askerinin büyük bir direnişi ile karşılaştılar. Çok güçlü donanmanın desteği ile karaya çıkan düşman askerleri ile vatanını kurtarmak için ölümü göze alan Türk askerleri arasında görülmemiş bir boğuşma başladı. Çarpışmalar zaman zaman göğüs göğüse devam etti.
Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk askerinin manevi gücünü ve kahramanlığını şöyle dile getirmiştir:
"Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemiyeceğim.
Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevkkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor.
Sarsılmak yok. Okumak bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri'ni kazandıran bu yüksek ruhtur." (145)
Ardı arkası kesilmeyen düşman birlikleri ateş kusan modern silâhları ile yarımadayı adetâ cehenneme çevirdiler. Fakat Mehmetçiğin tarihte benzeri görülmeyen kahramanca direnişi karşısında karadan da geçemediler ve büyük kayıplar vererek geri dönmek zorunda kaldılar. Bu savaşta biz de çok sayıda şehit verdik ama vatanı düşmana çiğnetmedik. Mehmetçik vatanı için seve seve ölüme gitti ve ölümsüzleşti. Dünya, Türk askerinin yenilmez gücünü ve hiç bir millette görülmeyen kahramanlığını bir kere daha anlamış oldu.
Kurtuluş Savaşı
Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mutarekesini imzalamak zorunda kaldı. Bu andlaşmanın ardından topraklarımızın büyük bir bölümü düşmanlar tarafından işgal edildi. 10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr andlaşması ile de düşmanlar topraklarımızı kendi aralarında taksim ettiler.
Düşmanların amacı, Türk milletini yok etmek ve tarihten silmekti.
Dört yandan yurdumuza saldıran düşmanlar, şehirleri kasaba ve köyleri yakıp yıkıyor, işgal ettikleri bölgelerde milletimize her türlü zulüm ve kötülüğü yapıyor, kadın-Erkek, çoluk-çocuk ayırımı yapılmadan insanlar samanlıklara doldurularak diri diri yakılıyor, kundaktaki bebekler ve ak sakallı dedeler süngülenerek vahşice katlediliyordu.
Tüyler ürperten ve vicdanları sızlatan bu acımasız cinayetler birbirini takip ediyor, milletimiz tarihinin en karanlık günlerini yaşıyordu.
Tarih boyunca zulüm ve haksızlığa uğrayanların daima elinden tutmuş olan Türk milleti şimdi en acımasız metodlarla yok edilmek isteniyordu. Dünya üzerinde birçok devletler ve imparatorluklar kurmuş, daima hür ve bağımsız yaşamış olan büyük milletimiz bu durumu asla kabul edemezdi.
Türk milleti, erkek-kadın, genç-ihtiyar el ele vererek mübarek vatanımızı düşmanlardan kurtarmak için büyük bir mücadeleye girişti. Esasen vatanımızı, namus ve şerefimizi korumak için düşmanla savaşmak hem dinimizin emri, hem de milli görevmiz idi. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:
«Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın..» (146)
Anadoluyu işgal eden devletler, modern silahlara ve güçlü ordulara sahipti. Yurdumuzu bunlardan kurtarmak büyük fedâkarlıklara katlanmayı gerektiriyordu. Çünkü milletimiz yıllarca süren savaşlarda yüzbinlerce evlâdını şehit vermiş, çok şey kaybetmişti. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen ümidini yitirmemişti. Milleti bu gaye etrafında toplayacak ve topyekün harekete geçirecek bir öndere ihtiyaç vardı.
İşte milletimiz, yurdumuzu düşmanlardan temizlemek ve maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerden kurtarmak için Mustafa Kemal ATATÜRK'ün önderliğinde bir ölüm-kalım mücadelesi olan Kurtuluş Savaşını başlattı.
Düşmanlar, askerlerinin çokluğuna ve modern silahlarına güveniyorlardı. Oysa Türk milleti her ne pahasına olursa olsun vatanı düşman işgalinden kurtarmaya kararlı idi.
Bu uğurda canından daha değerli bildiği mübarek vatanını düşmandan temizlemek için her türlü güçlüğe katlandı. Çünkü O, vatan sevgisinin imandan olduğuna yürekten inanıyor, vatan olmayınca din, namus ve şerefin korunamıyacağını çok iyi biliyordu.
Galip geleceğine de inancı tamdı. Çünkü Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de: «Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın, eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz» (147) buyurarak sağlam bir inançla savaşanların üstün geleceğini bildirmiştir.
İstiklâl Marşımızdaki şu sözler de, milletimizin bu mücadeleden zaferle çıkacağının ümit ve heyecanını taşıyordu:
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın,
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kimbilir, belki yarın... belki yarından da yakın
Vatanına, bayrağına, mukaddesatına, namus ve şerefine hiçbir zaman toz kondurmamış olan Türk milleti, elbetteki bunlara kirli ellerini sürmek isteyenlere izin veremezdi. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanan mübarek vatan topraklarının çiğnenmesine razı olamaz, kendi yurdunda esir edilemezdi. Milletimizin bu duyguları İstiklâl Marşımızda şöyle dile getirilmiştir:
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Kurtuluş savaşı, toprakları işgal edilen, zulüm ve haksızlığa uğrayan milletimizin zalimlere karşı yaptığı bir ölüm-kalım mücadelesidir. Milletimiz bu haklı mücadelede Allah'ın yardımı ile kendisinden kat kat üstün düşman kuvvetlerini dize getirmiştir. Bu savaşta önce Anadolunun doğu ve güney bölgeleri düşmandan temizlendi.
İngilizlerin desteğinde Batı Anadoluyu işgal eden Yunanlılara karşı Türk ordusu 26 Ağustos 1922 günü sabah saat 05.30 da büyük bir taarruz başlattı.
Yunanlılar çok sağlam savunma hatları yapmışlardı. Türkler ne kadar hucüm ederse etsin bu güçlü savunma hatlarını asla aşamıyacaklarından emindiler.
O günlerde bu mevzileri gezen yüksek rütbeli bir İngiliz subayı şöyle demişti:
"Türkler bu mevzileri altı ayda aşabilirlerse, altı saatte aşmış gibi övünebilirler."
Gerçekten bu mevziler onlara göre çok sağlam yapılmıştı ama Türk askerinin şahlanışı ve yenilmez gücü karşısında dayanacak durumda değildi. Nitekim Türk ordusu aşılmaz sanılan mevzileri kısa zamanda aştı, düşman birlikleri her taraftan sarıldı. Nihayet 30 Ağustosta sabahın erken saatlerinde müthiş bir meydan savaşı başladı. Akşama kadar devam eden çarpışmalar sonunda düşman ordusunun büyük bir kısmı yok edildi. Binlerce düşman askeri esir alındı. Düşman birliklerinin başkomutanı da esirler arasında idi. 30 ağustos, Türk ordusunun en büyük zaferlerinden birini daha kazandığı bir gündür. İzmir yönüne doğru kaçan düşman birlikleri süratle takip edildi. Bir sel gibi İzmir'e doğru akan Türk orduları 9 Eylül günü İzmir'e ulaştı ve düşmanı denize döktü.
Böylece Anadolu'yu yakıp yıkan, ve kana bulayan zalim ve acımasız düşmana hak ettiği ceza verilmiş, topraklarımız düşmandan temizlenmiş oldu. Ordularımızın bu büyük başarısı karşısında düşmanlar ateşkes anlaşması yapmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine 11 Ekim 1922 tarihinde Mudanya mütarekesi imzalandı. 24 Temmuz 1923 te İsviçrenin Lozan şehrinde imzalanan Lozan Barış Andlaşması ile de ülkemizin sınırları çizildi.
Böylece Birinci Dünya savaşı sonunda parçalanan Osmanlı imparatorluğunun yerine hür ve bağımsız yeni bir Türk devleti olan "Türkiye Cumhuriyeti" doğdu.
Bu savaş, düşman işgali altında ezilen diğer müslüman milletlerin kurtuluşu için de ümid ışığı olmuştur. Kurtuluş savaşı önce Allah'ın yardımı, sonra da çok değerli komutanların idaresinde vatanı için ölümü göze alan Mehmetçiğin sarsılmaz inancı ve kahramanca çarpışması sonucunda kazanılmıştır.
Bu savaşın kazanılmasında cephe gerisindeki sivil halkın ve özellikle kadınlarımızın yaptığı hizmetleri ve gösterdiği büyük fedâkârlıkları da asla unutmamak lâzımdır.
Cephede savaşan askerimize silâh ve cephaneler çoğunlukla kağnılarla taşınıyor, bu kağnıları ise kadınlar idare ediyordu. Bu hizmet o günkü şartlarda büyük zorluklarla yürütülüyordu.
Bir görgü tanığı şöyle anlatıyor:
Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rastladık. Biz soğuktan titrerken tek yorganını da arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çeğnediğini görünce içim sızladı. Arkasında peştemale sarılmış bir çocuk vardı.
- "Üşümezmisin sen nine? Bak çocuk donacak,yorganı onun üzerine örtsene," diye işaret ettim. Nine şu cevabı verdi:
-"Kar sepeliyor, millet malıdır, nem kapmasın evlâdım". (148)
Vatanını hem kendi canından, hem de biricik yavrusundan çok düşünen bu fedâkâr Türk anası, tek yorganını soğuktan titreyen çocuğuna sarmamış, cephaneler ıslanmasın diye arabanın üstüne örtmüş ve sırtında taşıdığı küçük yavrusu ile kışın dondurucu soğuğunda cepheye silah yetiştirmiştir.
Bu olay sayısız fedâkârlık örneklerinden sadece biridir.
Kurtuluş savaşında her türlü fedâkârlığı gösteren, kanları ve canları pahasına bizlere mübarek vatanımızı emanet edenlere çok şey borçluyuz.
Dumlupınar'da Şehit Askerin Mezarı Başında
Bu kabarmış toprağa yüzünü sür, kucakla:
Elbette bağı vardır "olmuş"un "olacak"la.
Dudağa değer gibi şimdi alnı her erin,
Bu havada ruhları dolaşır şehitlerin
Biz, bu kudsî havanın içinde var olmuşuz,
Biz bununla yoğrulmuş, biz bununla dolmuşuz.
Sadece döğünmedik "Vatan! İstiklâl!" diye
Sakarya boylarından çıktık Kocatepe'ye
Bu yol ki hürriyetin, kurtuluşun yoludur.
Zincirsiz yaşamanın tek çıkar yolu budur.
Akdeniz'e tank gibi koştu bütün kağnılar.
Ey sevgili istiklâl, ey güzel Dumlupınar!
Elbet yiğit olanlar lâyık böyle toprağa;
Selâm şanlı orduya, selam şanlı bayrağa.
Selâm istiklâl için çarpışana, ölene.
Selâm toprağa düşüp ölürken de gülene
Osman ATİLLA
Bu bilgi 2383 kez okunmuştur.